Efsaneye göre Hızır ile İlyas bir hükümdarın ordusunda iki askerdir. Hükümdar bir gün askerleriyle birlikte ab-ı hayat yani insana ölümsüzlüğü veren ölümsüzlük suyunu aramaya çıkar. Bir süre sonra Hızır ile İlyas ordudan ayrılır. Bir suyun başında durup yemek yemek için ara verirler. Yemekte yiyecekleri balığın üstüne kenarında oturdukları su sıçrar. Bunun üzerine balık canlanır ve suya atlar. Gördüklerine şaşıran Hızır ile İlyas ölümsüzlük suyunu bulduklarını anlar. Bu sırada yanlarına bir melek gelir ve ikisinin de ölümsüzlüğe kavuştuğunu söyler. Fakat melek bundan sonra Hızır’ın karada, İlyas’ın da denizde yardıma ihtiyacı olanlara yetişmeleri gerektiğini söyler ve gider. İşte Hıdırellez zamanı 5-6 Mayıs’ta Hızır ile İlyas buluşurlar ve baharı uyandırırlar. Toprağın üstündeki o ağır kış yorgunluğunu atıp ölü tabiatı canlandırırlar. Böylelikle 5 Mayıs gecesinden sonra sıcak yaz günlerinin gelmesi beklenir.
Bizim kültürümüzde özellikle Hızır zaten bilinir ve tanınır. Hızır, darda kalıp başı sıkışanların yanına gelip işlerini kolaylaştıran –Hızır gibi yetişmek deyimi de buradan gelmektedir-, doğaya ve evlerimize bolluk bereket dağıtan Allah’ın sevdiği bir kulu olarak bilinir. Hızır ve Hıdırellez'in kökeni; Anadolu, Orta Asya ve Ortadoğu’ya uzandığı söylenmektedir. Hala daha bu topraklarda Hızır ve Hıdırellez inancı yer almakta ve aktif bir şekilde kutlanmaktadır. Kafkasya, Trakya, Kırım, Azerbaycan ve Suriye’nin birçok yerinde Hızır inanışının yer alması bize bu inancın İslamiyet’te de yer bulduğunu göstermekte. Bazıları Hızır’ın İlyas peygamber olduğunu da ileri sürmektedir. Fakat bu düşüncenin doğruluğunu bilemiyoruz. En Yaygın inanış, Hızır’ın Allah’ın ilim verdiği, sıkışanların yardımına koşan, topraklara bereket getiren bir zat olması. Ve ayrıca İlyas ile beraber anılması. Hıdırellez kelimesinin de Hızır ve İlyas’ın beraber söylenmesiyle oluştuğu tahmin edilmektedir.
Hıdırellez zamanı uygulanan çok fazla sayıda gelenek bulunmakta. Bu gelenekler bölgeden bölgeye değişiklik göstermektedir. Fakat belli başlı gelenekler değişmeden her yörede görülebilmekte. Uygulayıp uygulamamak ya da hangisini uygulayacağınız tamamen size kalmış. Bunlardan bahsedecek olursak; hızır sopası, baht açma, yoğurt mayalama, fasulye nohut ekme, nar patlatma ve en sık rastladığımız ateşin üstünden atlama. En meşhur olan ateş üstünden atlamayla başlayalım. Bu yaygın gelenekte, ateşin üstünden atlayan kişinin nazar ve hastalıktan korunduğu inancı yer alır. Bu uygulama ateşten ötürü ekstra dikkat edilmesi gereken bir gelenek. Nazar ve hastalıktan korunalım derken eteklerimiz yanmasın dikkat! Nar patlatma geleneğinde adı üzerinde yere atıp nar patlatılıyor. Böylece yıl boyunca patlayan narın bereket getireceği inanılır. Nar zaten başlı başına bereketi temsil eden bir meyvedir. Patlıyor olması da bereketin çoğalıp yayılacağına işaret olabilir. Baht açma geleneğinde, bahtlarının açılmasını isteyen genç kız ve kadınlar kolye, yüzük vb. eşyalarını içinde su olan bir çömleğe bırakırlar. Çömleğin üzerini kırmızı bir tülbentle kapattıktan sonra bir gül ağacının dibine bırakılır. Bir gece boyunca orda kalan çömleğin, ertesi gün maniler eşliğinde içi açılır ve eşyalar geri alınır. Bir başka gelenek Hıdırellez akşamı dilekler kâğıtlara yazılır, ya gül ağacının altına gömülür ya da gül ağacının dalına bağlanır. Bir gece boyunca orada duran dilekler ertesi gün oradan alınarak açık bir şekilde suya bırakılır. Kâğıdın suya karışıp gitmesi yazılan dileğin gerçekleşeceğine işaret eder. Yine gül ağacıyla ilgili bir gelenek; bereket getirmesi niyetiyle bir keseye konan bakliyat gül ağacının dalına asılır. Bir gece beklettikten sonra geri alınır ve bu bakliyat yıl boyunca yemeklere az az konularak yenir. Fark edileceği üzere gül ağacı Hıdırellez geleneklerinde önemli bir yer tutuyor. Neden özellikle gül ağacı olduğunu bilemiyoruz fakat baharı en güzel temsil edecek çiçek sanırım gül. Bu sebeple gül ağacı bu geleneklerin ortasında yer alıyor olabilir.
Bazı bölgelerimizde görülen hızır sopası geleneğinde ağrı sızı olan yerlere sopayla vurulursa ağrının geçeceğine inanılır. Yoğurt mayalama geleneğinde yoğurtlar mayasız mayalanır. Kulağa çelişkili gibi gelse de böyle bir gelenek mevcut. İki farklı şekilde yapılabiliyor. İlkinde ılık sütün içerisine tahta kaşık konularak yoğurt mayalanır. Bu şekilde elde edilen mayayı bir yıl boyunca insanlar kullanır. Bir sonraki yıl maya tekrar değiştirilir. Bu daha çok Trabzon’da görülen bir mayalama yöntemi. Bir diğer yöntemde Hıdırellez’in ertesi iki günü sabah ezanından hemen sonra bitkilerden çiy toplanır. Bu toplanan çiyler ılık süte konur ve mayalanır. Bitkilerden alınan çiylerin, ana besin kaynağımız olan süte katılması aslında doğanın bereketinden faydalanılmasını temsil ediyor. Bu yöntem de Kütahya bölgesinin Yörük köylerinde görülmekte. Anadolu’da yaygın olarak uygulana bir diğer gelenek de evde yaşayan herkes adına toprağa fasulye ve nohut ekmek. Her bir aile ferdi için yedi nohut ve yedi fasulye ekilir. Kişiyi kötülüklerden koruyacağı düşünülen bu geleneğin Hıdırellez akşamı yapılması gerekir. Bakliyatın da gelenekler arasında sık rastlanır olması bereketi temsil ediyor olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bir diğer gelenek daha çok deniz ve göle sahip bölgelerde gerçekleşebilir. Deniz ya da dere kenarına giderek bir dilek tutulur ve oradan kırk bir tane taş toplanır ve bu taşlar bir yıl boyunca saklanır. Bir sonraki Hıdırellez’de bu taşlar atılıp yenileri toplanır. Başka bir gelenek ise, Hıdırellez sabahı cam ve kapıların açılıp bolluk ve bereketin eve davet edilmesi. Sadece cam kapı değil, cüzdan, çanta, kiler, yemek dolabı veya sandıklar da açık bırakılır ki içlerine bereket dolsun. Hıdırellez’in belki de en güzel geleneği doğaya çıkıp Hıdırellez’i karşılamak, yürüyüşler yapıp bereket ve bolluğu dilemek. Doğayla buluşup iç içe geçen insanların oluşturduğu bu ahenk ve coşku yaşanılması gereken önemli bir duygu. Özellikle de böyle doğadan uzak kaldığımız bu dönemlerde.
Hıdırellez’de yapılması gerekenler dışında bir de yapılmaması gerekenler de mevcut. Bunlar; doğaya zarar vermemek –aslında hep olması gereken-, süt sağmamak, çift sürmemek, boya badana yapmamak, çamaşır yıkamamak, temizlikle uğraşmamak gibi işler bu günün bayram tadında geçmesi için yapılmamaktadır. Bu günde önemli olan insanların birlikte eğlenmesi, dileklerin dilenmesi, doğanın uyanışına şahit olunması ve bu uyanışın coşkuyla karşılanmasıdır. Hoş gelmiş olan bu bahardan insanların dilek dilemesi, belki de bu bayram gününün özü niteliğinde. Dileklerin dilenmesiyle birlikte insanlar dileklerinin kabul olması için ellerinden gelen her şeyi de yapıyorlar.
Bu Hıdırellez belki böyle coşku ve kalabalıkla kutlanamayacak. Fakat yine de bizler bu bayram gününü, bu uyanışı güzel dilek ve geleneklerle karşılayıp selamlayabiliriz. Yine camlarımızı kapılarımızı sonuna kadar açıp bolluk ve bereketi evimize davet edebiliriz. Hem kendimiz hem ailemiz ve diğer sevdiklerimiz hem de yaşadığımız toprak ve birlikte yaşadığımız insanlık için güzel dileklerde bulunabiliriz. Öncelikle sağlığı daha sonra sevgiyi, barışı, cömertliği, huzuru, bolluk ve bereketi dileyebiliriz. Umuyoruz ki önümüzdeki yıllar bizi/bu insanlığı; doğayla daha barışık, doğa için daha zararsız ve doğanın kıymetini gerçekten bilen insanlar haline getirir. Bu Hıdırellez’de dileklerinizin gerçek olması dileğiyle!