"Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı Gülen Adam filmi ile Yeşilçam Sokak’ta bir gezintiye çıkıyoruz.”
GÜLEN ADAM
Kemal Sunal’ı hep bizi güldüren filmleri ile hatırlarız. Gülen Adam filminde de bizleri güldürüyor ama bu sefer diğerlerinden biraz farklı.
Denize bir kova çöp döker ve ardından yine denize tuvaletini yaparken yakalanır Yusuf ve karakola götürülür. Boğaz’ın kirliliğinden tutun da, balıkların fiyatının artmasına kadar bir dizi İstanbul sorununun müsebbibi olarak ilan edilir. Onca azarı işitirken Yusuf olur olmaz her şeye güler. Karakol amiri de çileden çıkar haliyle. Hem çevreyi kirletmekten hem de görevli memurla dalga geçerek ona hakaret etmek suçlamasıyla mahkemeye sevk edilir.
Yusuf’un gülme hali mahkemede de devam eder. O’nun bu hali hakime de garip gelir ve hakim de ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sevkine karar verilir.
Hastaneye gittiğinde de bu anlam verilemeyen hali doktorlara da tuhaf gelir. Doktorlar, sürekli, her şeye gülüyor olmasını bir sorun olarak görür. Gizli bir tümör olasılığı nedeniyle onu incelemeye alırlar. Yapılan ilk tetkiklerde herhangi bir ize rastlanılmaz. Doktorlara göre tıp dünyası çok özel bir vaka ile karşı karşıya kalmıştır. Bu "korkunç hastalığın” sebebini bulmak için onun çocukluğundan başlayarak yaşantısının irdelenmesinin uygun olacağı kanaatine varırlar.
Bir Garip "Hastalık”
Genç, asistan doktor Oktay, Yusuf’un köyüne gidip çocukluğundan başlayıp köyden ayrıldığı zamana kadar olan sürecini soruşturmaya başlar. Akraba evliliği yok, hastalık-kaza bela yok ama Yusuf sürekli gülüyor. Öyle ki, ebesi Yusuf doğduğunda da kıkır kıkır güldüğü için kıyamet kopacak sandıklarını anlatır. O her koşulda düğün-cenaze demeden güler. Sünnetinde bile… Bu "illlet” yüzünden dokuz köyden kovulur Yusuf.
Araştırmalar sürerken cezai ehliyetinin olmadığına dair heyet kararı çıkarttırılır ve Yusuf’un durumu doktor Oktay’ın doçentlik tezine konu olur. Oktay, Yusuf’un ağlanacak şeylere güldüğü gibi gülünecek şeylere de ağlayabileceği tezini ortaya atıp bunu ispatlamanın da derdine düşer.
Film bu garip gülme durumunun üzerine kurulu değil tabii. Dönemin en büyük sorunlarından biri olan gecekondulaşma, yoksulluk ve gecekondu yıkımları filmin omurgasını oluşturan konulardır. Zira Yusuf, gündelik işlerde yevmiyeli ya da en iyi ihtimalle asgari ücretli işçi olarak çalışmaktadır. Bu durum sevgilisi Naciye’nin babası için de kabul edilemezdir. Evlenmelerinin önünde engel olarak durur, asla izin vermez.
Yusuf ve Naciye Evleniyor!
Baba engeli, babanın gönülsüzlüğü devam etse de bir şekilde aşılır ve Yusuf ile Naciye dünya evine girerler. Evlenmesine evlenirler ama ne oturulacak bir ev vardır ortada, ne eşya, ne de para! Evler dolar, mark ve frank üzerinden çok büyük meblağlarla kiraya verilmektedir. Düğün gecelerini misafir olarak arkadaşlarında geçirirler. Ama acil olarak çözüm bulmaları gerektiğinin de farkındalardır. Çaresiz, bir gecekondu edinmek üzere "gecekondu mafyasına” para verip bir göz oda satın alırlar.
Satın almak dediysek tapu yok, izin filan da yok; ama risk çok! Evleri kısa süre sonra Naciye’nin yıkım ekip şefi olan babası tarafından yıkılır ve çift sokakta kalır. Ama Yusuf vazgeçmez, seyyar bir ev yaparak yasal boşluklardan faydalanır ve neredeyse tüm İstanbul’u geze geze, hemen her gün başka bir semtte seyyar evlerinde yaşarlar.
Son olarak yerleştikleri bölge lüks villaların kaçak olarak inşa edildiği bir mahallededir. Nasıl olsa buralara yıkım kararı çıkmaz, zenginlere kolay kolay da dokunamazlar diyerek uzun süre rahat rahat otururlar. Naciye hamiledir ve bebeklerinin doğumunu dört gözle beklerler.
Naciye’nin babası hem kızının onaylamadığı biri ile evlenmiş olasından, hem de görevine olan aşkından dolayı sürekli onların ensesindedir. Ancak O’nun da güvendiği dağlara kar yağar… 20 yıldır oturduğu, tapusuz gecekondusunun bulunduğu bölge için yıkım kararı çıkar. Baba evsiz kalır ve kızıyla damadının yanına yerleşir.
Ne neşelerinden ödün verirler ne de umut etmekten vazgeçerler tüm bunlar yaşanırken.
Ancak İstanbul şehri öyle büyük göç almaktadır ve kentleşme sorunu öyle farklı bir boyuta gelmiştir ki; artık nerede ne zaman bir gecekondu yapıldığı da yıkıldığı da takip edilmez olur. Sıra nasıl olduysa villaların olduğu bölgeye de gelir.
Zenginin villasının yıkılmasıyla yoksulun tek göz gecekondusunun yıkılması bir midir peki? Zengin, villaları kaçak köçek yapıp bitirirken birileri bunu görmüyorsa, orada bir anlaşma, verilmiş bir söz vardır mutlaka. O villalar yıkıldığında da ya iktidarlar ya yerel yönetimler değişmiş ya da alış verişin kuralları ve verilen sözler bozulmuştur.
Filmin gösterime girmesinin üzerinden 33 yıl geçmişken kentleşme ve barınma gibi sorunları tekrar gözden geçirmekte, durumu anlamakta hiç zorlanmıyoruz. Türkiye’nin tamamında barınma sorunu yoksulların ortak sorunu halini almışken özellikle büyük şehirler de tam bir kaosa dönmüş durumda. Kiralar ve depozitolar için çok çok yüksek rakamlar talep ediliyor, insanlar evlerinden çıkarılıp evi daha pahalıya yeni bir kiracıya vermenin hesapları yapılıyor. Yaşadığımız 33 yıl boyunca bu sorun ortadan kalkmamış! Hafiflememiş ve hatta bambaşka bir boyut kazanmış.
Film boyunca "gülme” eylemini sorun etmeyen belki de tek kişi Yusuf’tur. Gülmenin nesi kötü anlama veremez. Sahi, zaten bunca ağlayan insan varken o hep gülse kime ne zararı vardır?
Doktor Oktay tezini ispat edebildi mi? Yusuf hiç ağladı mı? Gecekonduları ne oldu diye merak ediyorsanız filmi izlemek için 90 dakikanızı ayırabilirsiniz.
Kim Yazmış? Kim Yönetmiş? Kim Oynamış?
Yönetmenliğini usta oyuncu ve yönetmen Kartal Tibet’inyaptığı 1989 yılına ait filmin senaryosu ise Erdoğan Tünaş yazmıştır.
FilmdeYusuf Şaplak rolünü usta oyuncu, merhum Kemal Sunal canlandırıyor. Yusuf’un eşi Naciye rolünde Aydan Burhan’ı, doktor Oktay rolünde de Ahmet Sezerel’i, Naciye’nin babası ve aynı zamanda zabıta amiri rolünde ise Bilge Zobu’yu görüyoruz.
Yeşilçam’dan Bir Kemal Sunal Geçti
Çok erken kaybettik O’nu, ama unutmayacağız orası kesin! 11 Kasım 1944 tarihinde İstanbul’da doğan sanatçı, aslında Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da doğmuş olmasına rağmen doğum tarihini 11 Kasım olarak belirtir. Gönlü, böyle bir acı günün bir kutlama gününe dönüşmesine razı gelmez çünkü.
Oyunculuk hayatına lise yıllarında, tiyatro ile başlar. Tiyatroya sevgisi büyür, yeteneğini geliştirir ve birçok ünlü tiyatro grubuyla büyük oyunlar oynar. Sinemaya geçişi ise Ertem Eğilmez’in onu fark etmesi ve Tatlı Dillim filminde rol vermesiyle, 1972yılında başlar. Hababam Sınıfı Serisi, uzun yıllar "İnek Şaban” karakteri ile anılmasına neden olacaktır. Kemal Sunal toplam 82 sinema filminde ve onlarca tiyatro oyununda rol almıştır.
1977yılında, Kapıcılar Kralı filmindeki rolüyle, 14. Antalya Film Festivali’ndeen iyi erkek oyuncu ödülüne; 1998 yılında 35. Antalya Film Festivali’nde Yaşam Boyu Onur ödülünü ve 1989 yılında Düttürü Dünya adlı filmle,2. Ankara Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödüllerine layık görülmüştür.
Usta sanatçının kendisi gibi oyuncu olan oğlu Ali Sunal ile birlikte oynadığı Propaganda isimli bir filmi de vardır. Kemal Sunal henüz 55 yaşındayken, Balalayka isimli filmin çekimleri için Trabzon’a gitmek üzere bindiği uçakta, uçak korkusuna yenik düşmüş ve maalesef kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yummuştur.
Senarist Erdoğan Tünaş Kimdir?
1935yılında İstanbul’da doğan Erdoğan Tünaşsinema ve edebiyatı hayatının merkezine koymuş bir sanatçıdır. Senaristliğine ilaveten yazarlık ve film yapımcılığı gibi özellikleri de vardır. Hem çok yönlü hem de çok üretken bir insandır Erdoğan Tünaş. Yalnızca 1986 yılında 20 adet film senaryosu yazmıştır. Mesleğe başlamasından ölümüne değin geçen süreçte de 300’ü aşkın film senaryosunu yazdığı bilinmektedir.
Başarılı senarist ünlü oyuncumuz, fettan güzelimiz Suzan Avcı’nı eşi ve oyuncu Binnaz Avcı’nın da babasıdır. Geride yüzlerce eser bırakan Erdoğan Tünaş 2007 yılının Haziran ayında vefat etmiştir.